The Batman SPOILERSIZ İnceleme: SAF BİR BATMAN HİKÂYESİ!

Yolculuğunun başından itibaren yönetmen kaybı, oyuncu değişimi ve salgın nedeniyle birçok kez çekimlerin durdurulması gibi bir sürü badire atlatan en yeni Batman filmi, sonunda görücüye çıktı. The Batman her zaman büyük bir isimdi, belki bu yüzden badirelerinin de bu denli büyük olmasını beklemeliydik. Aynı şekilde bu kadar badireden sonra filmin güzel olmasını, çığır açmasa bile hayranları asgari düzeyde tatmin etmesini de beklemeliydik tabii. Eh, bize de filmi üst üste iki kere izledikten sonra siteye gelip hakkında konuşmak ve bu sorulara bir nebze de olsa yanıt vermeye çalışmak düştü.

Bu, filme yönelik bir ilk bakış yazısı olacaktır. Spoiler korkusu olmadan, gönlünüzce okuyabilirsiniz.

Nasıl Bir Film?

Bunu gündeme ilk kez kim getirdi hatırlamıyorum fakat belli ki internet, yerinde bir tespit olarak görmüş ki DC ve Marvel’ın beyaz perdedeki yolculuğundan dem vururken devamlı şekilde birinin daha “epik ve karanlık“, diğerinin ise daha “esprili ve renkli” olmasını bekliyoruz veya yıllar içerisinde buna alıştık. Elbette ki Marvel tarafında, özellikle dizilerle bu görüş birden çok kez yıkıldı fakat ilk izlenimleri değiştirmek çok zordur, bir de istisnalar kaideyi bozmaz derler tabii. Filmin tonundan bahsetmek için böyle bir giriş yapmamın sebebi, iki taraf için de zaman zaman yeni istisnaların belireceğini bir köşede tutarak, genel itibariyle Batman gibi bir figürün, hangi marka içinde olursa olsun; onu bir süper kahraman takımının içinde görmeseniz de veya ortada bir sinematik evren bulunmasa da doğası gereğikaranlık” olmasıydı. Dolayısıyla filmin genel tonu, karanlık. Yani en başından beri zaten bir karanlıklar prensinden bahsetmiyor muyduk?

Figürün kendisindeki o ‘karanlık‘ tarafın üzerine film ne eklemiş derseniz de buna, hüzün diyeceğim. Kendi içerisinde gerek öykü gerekse de karakter gelişiminin burayla çelişen yönleri vardı fakat günün sonunda, Batman’in artık sadece hem ilk anlamıyla bir yarasa gibi geceleri gezen, gölgelerin arkasında avını süzen hem de ikinci anlamıyla anti-kahramanlığını getiren o karanlık figür olmadığını söylemeliyiz; karanlığın bir yanında hüzün, bir yanında kırılganlık vardır. Belki hayranlar belki marka kaygısıyla yeterince cesur ve köklü değildi bu ekleme ama en azından karakteri algılama biçimimizde bir değişiklik yarattı.

Nasıl Bir Batman?

Rolün sahibi belli olduktan sonraki bir yıl boyunca akıllarda çınlayan “Robert Pattinson’dan Batman olur mu?” sorusunun cevabı, filmin karakteri algılama biçimiyle çok alakalı. Pattinson’ın Batman’i, son yıllarda kafamıza kazınan Batman’e benzemiyor ancak dedim ya, kafamızdaki Batman’in karanlığı, kendi iç çekişmelerini elbette ki çokça barındırsa da daha çok, ilk anlamla ilgiliydi. Buradaki Batman, kızgınlığı ve intikamcılığı kadar üzgünlüğü ve kırgınlığını da taşıyor. Bunda da bence Pattinson’un aktör kimliğinin birinci dereceden etkisi var. Kısaca şöyle diyeyim, Pattinson yeni ve güzel bir Batman olmuş. Fakat aynısını Bruce Wayne için olmuş mu, bilemiyorum. Öte yandan diğer rollerdeki herkesi de -belki Catwoman ile ilgili birtakım sıkıntılarım olsa da -karakterleri için bir o kadar başarılı buldum.

Kuralları esnetmenin, umutsuz zamanlara umutsuz çözümler bulmanın, suçun anladığı dilden konuşmanın ve adaletle intikamın dansının dengesini aramanın karanlığını, hüznün karanlığıyla birleştiriyoruz demiştik. Nasıl yaptı bunu film? Zaten karakterin ilhamını aldığı noir’a döndü yıllar sonra, oradan yürüdü. Dışlanmış yalnız kurt imajı, karakterin iç monologları, üst perdeden taşıdığı maskülenlik ve karşısına koyulan feminenlikle başından sonuna oradan esinlenmiş bir film ortaya çıktı. Bunun içerisinde de hâlihazırda zaten karanlık bir hüzün vardı. Üzerine de filmi izlediğinizde baskınlığını hissedeceğiniz o spesifik janrlara ait müzikleri koyduk, tam geldi.

Öte yandan bir janra bu kadar benzemek, kendi problemlerini barındırıyor; bunu da en yakında, Joaquin Phoenix’in başrolünde olduğu Joker filminde görmüştük. The Batman de onun gibi, kendisinden önce yapılmış olan bazı şeylere çok benziyor fakat onlardan ayrı olarak, onların üzerine ne söylüyor? Bana kalırsa filmdeki en büyük eksiklik buydu. Bir film türünden ilham almakta ve ona benzemekte suç yok, aksine maharet var ama aradan geçen zamanı telafi etmek adına 2022 yılında, kendine özgü, yeni bir bakış da katmak gerekir diye düşünüyorum. The Batman bunu yapamamış, hâliyle noir’ın birtakım klişeleri, kendisini aynıyla tekrar etmiş ve hatta maalesef ki bunlardan bazıları artık çok eskidiği için, Batman’in üzerinde eğreti durmuş.

Bir Batman Hikâyesi

Bu filmden bağımsız olarak hepimizin kafasında belirli bir Batman hikâyesi vardır; bu hikâye de çoğunlukla Gotham gibi bir şehri, Alfred’i, Gordon’u, yozlaşmayı, suçu, adaleti ve tüm bunları kaynak alarak çözülmeyi bekleyen gizemleri içerir. Karşıya düşman olarak kimi koyduğunuz da değişir tabii ama büyük resimde, onları da kazıdığınızda altından insan çıkacaktır; tıpkı gökyüzüne yansıtılan bir yarasa sembolünün peşinden gelen o kahramanın içindeki gibi. Filmde klasik bir Batman hikâyesi dediğinizde ne arıyorsanız hepsi, en sıkı fanların anlayacağı göndermelerden çoğumuzun tanıyacağı tüm Batman’in ekipmanları da dâhil olacak şekilde, bu kadarıyla mevcut.

Batman henüz dünyayı kurtarmaya çalışmıyor, DCEU’da beğenmediğimiz o binlerce şey çıkmadan önce onunla ilgili kafamızda oluşanlara benzer şekilde o, önce kendi çöplüğünü temizleyecek. Nitekim yeni baştan bir hikâye anlatacaksanız önce emeklemek sonra koşmak gerekir, değil mi? En yeni Batman’imizin başardığı en güzel şey de bence bu mantığı anlaması. Filmin kötülerinden tutun, başrol Pattinson ve yönetmen Reeves’in uyarlamayı yaparken esinlendiklerini açıkladıkları Batman hikâyelerine kadar durum böyle. Filmin fragmanlarını izlediyseniz zaten buraya kadar olan kısımdan neyi kastettiğimi anlamışsınızdır: Bu bir Batman hikâyesi. Bir “tüm dünyanın yükünü omzumda taşıdım” hikâyesi değil, bir “yardım lazımsa adımı gökyüzüne on üç kere bağırın” hikâyesi değil, bir “en azılı düşmanımla maceralarımın içyüzü” hikâyesi hiç değil.

Filmin Kaçıncı Yarısı?

The Batman, 2 saat 56 dakikalık bir süreye sahip. Günümüz dünyasında bu süreye değiyor mu diye sormak, hele de aynı gün içinde iki kere izledikten sonra, oldukça mümkün. Basın gösterimlerinden yorumlar internete düşmeye başladığından beri bir yerlerde görmüş olabileceğiniz “Filmin ilk yarısı, ikinci kısmına göre çok daha iyiydi” minvalindeki görüşlere ben de katılıyorum. Dolayısıyla bu kısmı biraz daha açmak istedim.

Bir kere üç saat deyip gözümüzün korktuğu kadar yok, burasıyla başlayabiliriz. Filmin her anı dolu, tempo düşmek bilmiyor ve hâliyle Batman karakterine belirli bir aşinalığınız varsa sıkılırız gibi bir endişeye mahal yok. Ama bu, ilk okuyuşta kulağa geldiği kadar iyi değil. Hikâyedeki çoğu boşluğun sebebi, filmin bu kadar uzun olması. Spoilerlı bir incelemede oturup inatla şikayet etmek istediğim birtakım klişelere başvurulmasının da anlatılan bazı şeylerin kör göze parmak olmasının da müziklerini genel itibariyle harika bulduğum bu filmde, melodilerin tekrarının artık kulağa batmasının da sebebi, filmin bu kadar uzun olması. Filme ilişkin aksayan ne varsa bir saat kısa kurgulansaydı düzelebileceğini düşünüyor hatta emin bir şekilde doğrudan böyle olduğunu savunuyorum.

Reeves bir açıklamasında “Film çok uzun oldu ama kesmeye kıyamadım” demiş, keşke kıysaydın be güzel insan. Hikâye anlatırken neyi dâhil ettiğin kadar neyi dışarıda bıraktığın da önemlidir. Filmin temposu, başlangıçtan itibaren çok yüksek. Bir yerde yavaşlamamız, bir yerde doruğa varmamız, bir yerde de sona giden yolda yeniden yükselmemiz gerekiyor. Ama o bir yerler işte, azami etkiyi yapmaları gereken yerden iki saat sonra geliyor. Bu da ister istemez aynı gerilimin yeniden yükseltilmesi gerekmesine, aynı sahnelerin başka açılarla tekrar çekilmesine, “şu kovalamacayı yaptık ama bitmedi, bu kovalamacayı yapalım” denmesine sebep oluyor. Bir şakayı ilk kez duyduğunuz zamanla bu sefer bilerek, sekizinci kez dinlediğiniz zamanı kıyaslayın. Şaka ne kadar komik olursa olsun, her duyuşunuzda gülüşünüz biraz azalır. The Batman de ilk duyduğunuzda çok komik olan ve ömür boyu insanlara tekrar etmek isteyeceğiniz bir şakaya benziyordu ve bu şakanın eskimesini önlemenin de çok kolay bir yolu vardı: Anlatmayı doğru zamanda bitirmek. Mümkünse aynı şakayı, aynı insanlara, üç saat içerisinde beş kere yapmamak. Mümkünse bir de şakayı açıklamaya çalışmamak. Şaka ile puncline‘ları, çözülmesi gereken gizemleri, karaktere hüzün veren bazı durumları ve ikili ilişkileri değiştirin tabii, yanlış anlaşılma olmasın.

Sonuç Olarak?

Sonuç olarak elimizde, daha önce hiç Batman izlememiş birinin dahi tanıyıp seveceği bir karakter ve buna uygun olarak süper kahraman türü içerisinde değil, tek başına değerlendirebileceğimiz ve üzerine günahıyla sevabıyla konuşabileceğimiz bir film var. Benzer cümleleri, şurada Joker filminin spoilersız yorumunda da kurduğumu hatırlıyorum. Bu da bence iyi bir şey çünkü dışarıda olan insanları içeriye katmanın bir yolu olduğu gibi aynı zamanda içeride olmanın heyecanıyla dışarıyı göremeyenleri bir adım ileriye taşımak için de bir köprü.

DC, bünyesinde aynı anda barındırmaya karar verdiği en az iki Flash, üç Joker, beş Superman ile zaten bu yola girmeye karar vermiş ve ikincisinin geleceğini bildiğimiz son Joker filmiyle de bu kararını kamuoyuna açıklamıştı. Bunlar bir yerde birleşir mi, verilen kararlar doğru mu, evrenin gidişatı ne olur, izleyici bundan memnun mudur gibi sorular, çok başka zamanların konusu. Elimizdeki filmin kalbi doğru yerde, estetik olarak bir duruşu mevcut, kendi türünden ayrılmayı da zaten başardı gözüyle bakıyorum. Biraz daha cesur kararlar vermelerini ve olursa, ikinci bir filmde bu yolda yürümelerini arzu ediyorum. Noir seviyor, Batman’in dedektif olduğu zamanları özlüyor; bazı klişeleri, doğru oldukları için tekrarlanır sayıyor ve bir noktada karakteri, karakterle bağlantısı en azdan en çoğa değişecek şekilde çeşitlenen bir kitleye ulaştırma fikrine ölesiye karşı çıkmıyorsanız bu filmi seveceksiniz.


https://ift.tt/xgk1pJY
Geekyapar!
https://ift.tt/vQBsFkc

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

İletişim